30 Nisan 2013 Salı

DEĞİŞİM


Hepimiz hayatımızda birçok değişime adımımızı atarız. Kimi zaman bu değişimlere karşı direnir kimi zamanda kucak açarız. Değişim, evrensel yasalardan biridir. Tüm yaşam formu değişim üzerine kuruludur.

En küçük yapı taşımız atomlar üzerinden gidelim. Atomlar birbirleriyle tepkimeye girerler, tepkimenin ardından enerji açığa çıkıp ayrışırlar ve başka bir tepkimeye daha girerler ve bu sürekli böyle devam eder. Hayatın kaynağı da sürekli gerçekleşen tepkimelerdir. Yani evrende her şey sürekli hareket eder durur. İnsanlarda atomlar gibi birbirleriyle etkileşirler bundan sohbet,sevgi,kavga, menfaat gibi ürünler meydana gelir.İnsanlar bir şeylerle uğraşırlar, çalışırlar bunun sonucunda da yorgunluk,huzur,zevk,kazanç gibi sonuçlar doğar. Galaksiler döne döne  ilerler, ilerlerken diğer galaksilerle ve yıldızlarla  etkileşimine girerler, güçlerine göre çekilirler yada itilirler.

En küçük yapı taşından büyük formlara sistem aynıdır.İtme,çekme,çekme olursa tepkime,tepkime sonucu enerji ve ardından başka itme ve çekmeler meydana gelir durur.Gündelik hayatta da başka insanları hayatımıza ya çekeriz ya iteriz. Hayatımıza çektiğimiz insanlarla birlikte yapılan işler tepkime olur ve bu işlerin sonucunda da enerji açığa çıkar. Bu enerji mutluluk,sevgi gibi şeylerin yanında nefret,üzüntü gibi sonuçlanır. Mutluluk ve sevgi açığa çıktığında insanlar birlikte zaman geçirmeye gene devam ederler. Ancak nefret ve üzüntü açığa çıktığında ise itme meydana gelir ve insanlar birbirlerinden uzaklaşıp başka birisiyle tepkimeye girmeye çalışır.

Birlikte olan insanlar birbirlerine enerji bağlarıyla bağlıdırlar. Gündelik yaşamdaki tepkimeler, başka insanlarla yaşanan başka tepkimeler birlikte olan molekül benzeri insanlar arasındaki bağları güçlendirebilir yada zayıflatabilirler. Zayıflama gerçekleştiğinde bağlar kopabilir ve insanlar ayrışabilirler.Ayrışmalara ayrı kalınan zaman ve zamanla kişilikteki değişmeler de neden olabilir.

Görüldüğü gibi yaşamda değişim normal bir şeydir ve yaşamın devamlılığı için gereklidir. Eğer değişim gerçekleşmeseydi evren var olamazdı. Evren arkasına bakmadan değişimine devam eder durur. İnsanlarda evrenin bir parçasıdırlar ancak bunu yapmakta pek de başarılı değillerdir. Önceki tepkimelerine yani molekül yaşamına takılı kalan insan yeni bir tepkime yaşamakta zorluk çeker. Yani geçmişini sırtında taşıyan insan git gide kamburlaşır ve yaşamını zorlaştırır. Geçmişini taşımamak ve hemen geçip gitmek günümüz insanı için zorlu bir iştir. Bunu başarmak için sofistik düşünceye yada şeytani düşünceye yada başka bir geçme tahtası düşünceye ihtiyaç vardır. Çünkü insanlar için nasıl düşündüğü ve ne kadar düşündüğün girilecek yada elden kaçacak tepkimeleri doğrudan etkiler.



Sofizm, Batınilik, Taoizm, Hinduizm, Semavi dinler, Maya dini ve pek çok din ve inanış evrenin değişim kanununa dolaylı yada üstü kapalı bir şekilde değinmiştir.Semavi dinler yaşamın gelip geçici olduğundan ve her şeyin gelip geçici olmasından bahsederler ve insanların birbirine kin gütmemelerini belirterek, aslında insanların yaşamındaki diğer ilişkilerin de yolunu açıp geçmişi bıraktırırlar.  Taoizm ve Hinduizm, enerjilerin değişiminden bahsederek, yaşanan olayların, iyi yada kötü herhangi bir şeyin geride bırakılarak önüne bakılması gerektiğini öğütlerler. Değişimin olduğuna ve değişime uyum sağlamanın gerekliliğine pek çok tarihsel bilgi mirası daha şahittir.



Her şeye rağmen gene de insanların neyi seçeceği kendisine bağlıdır. Oyunun kurallarını koyan evren olduğuna göre bu kurallara göre oynamayan oyunda başarı sağlayamaz...Seçim sizin....

17 Nisan 2013 Çarşamba

SATAN'I ANLAMAK

Çeşitli kültürlerde ismi farklılıklar taşıyan Satan halk arasında şeytan olarak bilinmektedir. İsmi farklı inanışlara göre iblis, baphomet, lucifer, samael, kötü ruh  gibi şekillerde değişmektedir.


Ancak ismi dinlere, inanışlara, bölgelere göre değişmesine rağmen özellikleri hep aynıdır. İnsanları saptırmak, kötülüğe teşvik etmek, aklını çelmek, cinselliğe yönlendirmek, inançsızlığa yol açtırmak, çocuklara yada zayıf insanlara takılmak, yaratıcıya düşman olmak gibi pek çok tasvir edilen davranışları vardır. İnanlar tarafından yukarıda saydığımız isimlerden birini taşır, inanmayanlar tarafından negatif tesir, negatif enerji, terslikler yaşamak gibi durumsal olaylarla bir şekilde anılır.

İsmi, cisminin ne olduğunun pek bir önemi yok ancak dinlerde yaratıcıya isyan ettiği ve cennetten kovulduğu söylenir. En güzel melek, en güçlü melek olmasına rağmen Yaratıcıya başkaldırır ve onu devirmek ister ve başarısız olur. Bir diğer anlatılana göre insana secde etmemesi, insanı kıskanması, küçük görmesi, Havva'yı kandırarak onlarında cennetten atılmasına sebep olması gibi olaylar yaşanır.


Cennetten atılma olayı yukarıdaki resme benzeyen düşüş resimleriyle ('Fallen' adıyla müzik,film vs ile) ve yalnız,üzgün,mutsuz kanatlı yaratık tasvirleriyle anlatılır. Kuranda  insanlara kötülük edip kötülük yaptırtacağına yemin ettiği belirtilir. Mısırlılar'da Horus'un amcası Set'te, Yunan efsanelerinde Titanlar vs de şeytanın türevi olan hikayeler anlatılır.Anlayacağınız pek çok hikayesi mevcuttur.

Şimdi gelelim isyanın, atılmanın sorgulamalarına. Satan neyine güvenerek isyan eder, her şeyin sahibi olan  yaratıcıya karşı? Kaybedeceğini biliyorken hemde. O da düşer, insanlar da düşer. İnsanlara takılmış kalmış anlaşılan. Amacına gelirsek herhalde bir şeyleri ispat etmeye çalışmaktaymış gibi duruyor. Tek olan form, çifte zıtlıklara bölünüyor.

Şeytan kelimesini kendi aramızda uyanık, kurnaz, akıllı, hileci gibi davranışlarda bulunan insanlara da söyleriz. Şeytan, her zaman mantığının (nefsinin,egosunun) sesini dinleyen, maddeselliği ön planda tutan insanlar olmamızı isterken, bir yandan da savaşı, çatışmayı desteklemektedir sonuçlara göre.

Gelelim bunu pratik dünyaya uyarlamaya. Dünya savaş, göz yaşı, hırs, öfke, haksızlık vb olaylar yaşamış ve yaşamaktadır. Bu kadar kötülüğün yaşanması ufak bir insan topluluğunun hırsları yüzünden gerçekleşmektedir. Tabi onlara göre iyilik olarak algılanıyor. Diyelim ki Satan'ı yada başka akıl çeliciyi sorumlu tuttuk arka planda ama aklının çelinmesine izin veren kim tabi ki insan. Çok seviyor demek ki aklının çelinmesini, yasak şeyleri elde etmeyi.

O zaman insanın nasıl yükleneceği kendisine bağlı bir şey. İyi yada kötü olarak gördüklerimiz sadece bakış açılarımız. Kimi satanın tarafından iyi bakar, kimi yaratıcının tarafından iyi bakar. Yani kişi ne taraftaysa iyi olan odur. Kalbine göre yada mantığına göre hareket etmek insanın tercihidir. İnsan tercih yapmak zorundadır. Ama en akıllıca olanı hem kalbini hemde mantığını bir arada kullanmaktır. Çünkü dünyanın gerektirdiği böyledir. Sadece mantığına(egosuna) göre hareket eden kişi çok katı olarak kalır, hep sistematik hareket eder, diğer insanlarla iletişimi zorlaşır,bencilleşir. Sadece kalbini,duygularını dinleyen birisi de leyla gibi dolanır ortalıkta. Ancak ikisini birlikte kullandığında tam insan vasfını taşır.

İçsel olarak rahatlamak için kalbini, dışsal olarak rahatlamak içinde mantığını, aklını kullanmalıdır insan.  Bunların ayarını tutturduğu zaman hangi tarafı seçeceğine gayet kolay bir şekilde karar verir.


                                                     Bahisleri yatırın kim kazanacak.....
                       

15 Nisan 2013 Pazartesi

KİŞİLİK-2


Evrenin değişim kanuna göre her şey belirli zaman aralıklarıyla değişmek zorundadır. Hiçbir şey yerinde kalıcı olarak kalamaz bir şekilde görünür yada görünmez kuvvetle konum değişikliği yaşar. İnsanın kişiliği ve düşünceleri de böyledir. Değişim en küçük parçacıktan başlayarak büyür ve sistemsel değişikliklere ilerler. Sistemsel olan ise bütün yaşam formunun değişimine yol açar. İnsan formatından baktığımızda düşünceler duyguları, duygular kişiliği, kişilik davranışı, davranış da bireyi değiştirir.

Kısaca işleyişi belirttikten sonra kişiliğin başka özellikleri üzerinde duralım. İnsan hep aynı kalamaz evrensel kanuna göre değişimi bir şekilde yaşar. Bir adada kimselerin olmadığı bir yerde yalnız başına yaşayan bir adam bile sadece zamanın etkisiyle değiştiğinin farkına varır. Günümüz toplumunda yaşayan birey ise o kadar çok değişim faktörüyle karşı karşıyadır ki normal hızın dışında kişilik değişimleri yaşamaktadır. Kişiliğin belirli aralıklarla değişmesi normaldir ancak günümüzde hız artmış, bireyde kişilik belirginsizleşmiştir.

Kişiliğin hızlı değişimi kısa süre içinde davranışsal sorunlarına, gündelik yaşam sorunlarına, bunalımlara, kendini anlayamamalara yol açmaktadır. Bunlara neden olan faktörler arasında filmler, diziler, müzikler, okullar, başka insanlar, geçinme sorunları, saçma uygulamalar, küreselleşme gibi pek çok faktör bulunmaktadır.

Toplum tarafından bir şekilde en iyiye olmaya kodlanan ve filmler diziler sayesinde de buna özendirilen bireyler bazen görülen bazen görünmeyen ancak hissedilen şekilde sosyale yakın yaşamı olan gorillerin saldırganlığına benzeyen bir şekilde bir birlerine saldırırlar.


Bu derece saldırganlığa sebep olan yaşama koşulları bireyleri yandan kırık bir kişiliğe bürünmektedir. Diziler ve filmler sayesinde düzen koyucuların istediği kişilikte toplum yaratılır, müzikler sayesinde istenen ruh haline sahip bireyler yaratılır, kukla insanlar sayesinde bilmem ne biçim kişilik derken gider de gider. Düzen koyucularımız da tıpkı filmlerdeki gibi kişiliğe sahip bir robotsal insan türevleri yaratırlar. Bu türevler gelecek dünyasının robotsal bireylerinin ilk örneklerinden, ilerleyen zamanda programlamak daha kolay olacak elbette.

İnsanlar anladık dengesizdirler ancak günümüz dünyasında dengesiz değil de bunun dışında ayrı bir form oluşturmuş durumdalar. Kişiliğin değişimini evrenin programından çıkartıp, sistemin periyoduna uydurmuş bulunmaktalar. Bunların sonucunda birbirini anlayamayan bireyler, birbirini anlayamayan sevgililer, kendini anlayamayan bireyler oluşmaktadır.

Bazen hızdan dolayıda üst üste binmiş kişilik altında kalan birey bu şekliyle sorunlu olarak gündelik yaşamını yaşar. Normalde bireyin bulundurabileceği uygulayabileceği kişilik çeşitleri sınırlıdır ve bazı kişilik özellikleri de onun çok başarılı olmasını sağlar. Ancak sistemin ve dolayısıyla toplumun sunduklarından dolayı birey kendisiyle alakası olmayan kişilikleri kendine uydurmaya çalışır ve bunun sonucunda da kıytırık özenti halini alan insanlar çıkar. Özenti halini almış kişilerde uzaktan izleyenler için bir görsel show oluşturmaktadır.

Sadistliğe, saldırganlığa,sapkınlığa, para hırsına, kovboya, sempatikliğe, kahramanlığa vs bilmem neye kodlanmış yan sanayi ürünleri piyasayı ele geçirmiş bulunmaktadır. Dünya, insanların daha çok kullanılmasını  dolayısıyla daha çok acı çekmesini isteyen Satan'ın da istediği gibi kötülüklerle dolu halde ilerlemektedir. Eeee bunca şeyde zorla değil gönülle yapılmaktadır. İşin güzel tarafı da bu.




                                                 GELİN YAVRULARIMMMMM...........

KİŞİLİK

Önceki yazımda kısaca beynimizin doldurulmasından bahsettikten sonra bu konunun devamı olarak kişilik konusunda değinelim. İnsan kişiliğini oluşturan genetik kodlanmaların yanında bundan daha önemli dışsal kodlanmalar da mevcuttur. Dışsal kodlanmalar toplum tarafından bizlere yüklenen, topluma uyum sağlamamız için bize sunulan bilgilerdir. Toplum tarafından sunulan kodlamalara uymamak demek toplum tarafından dışlanmalara, bireyin yanlız kalmasına yol açar. Bu sonuçlara uğramamak için birey topluma ayak uydurmak zorunda kalır.

Dışsal kodlardan önce kişiliğimizi asıl oluşturan genetik kodlarımız, dışsal olanın altında kalır ve bir süre sonra kişi artık dışsal olana göre davranmaya başlar. Başka bir açıdan baktığımızda ise içsel olanın dışsal olan tarafından şekillendiğini görmekteyiz. Yaşanılan olaylardan önce masum,saf bir kişiliğe sahip olan birey bu şekilde olamayacağını görür ve yaşanmışlıkların da etkisiyle değişimlere uğrar. Yıllar içinde davranışlarının ve kişiliğinin nasıl değişimlere uğradığını herkes görüyor.

 Kişiliğimiz bu yaşam evremiz içinde arızalı yada arızasız olarak bir şekilde farklılaşmaya devam ediyor. Ancak dünya tarihine baktığımızda çoğunlukla kişiliğin olumsuz yönlerde şekillendiğini görmekteyiz. Bu olumsuz yönler sert davranışlar, sinirsel tepkiler, savaşlar, yağmacılık vs gibi etkiler. Artı yönde şekillenebilir miydi? Kesinlikle evet, ama nasıl bir türlü tutturulamadı derseniz insanın hep aç gözlülüğüne yani genetik koduna yenik düştüğünü görürsünüz. Dışsal kişilik yönlendirmeleri bir şekilde değişse de içsel olanlar kalıcıdırlar ve bir yerde olaya dahil olurlar. Dünyanın geçmişine baktığımızda  içimizdeki kötülüklerin dışsal olayları yarattığını görmekteyiz. Buradan dışsal kodlanmaların insanın içindeki bir takım özelliklerden başlayarak oluşturulduğu anlaşılır. 

İnsanda kötülüğün yanında iyiliğinde bulunmasına rağmen nasıl hep kötü olaylar oldu derseniz, burdan iyilik-kötülük değişkenine çıkarız. Birisine iyi gelen diğerine kötü gelir. Birisi için çalışmak iyidir, birisi için yatmak iyidir. Yatan adamın yatması için başka birini çalıştırması gerekir. Yatan adam güçlü bir konumda ise işi basit, çalıştıracak kişiyi kolaylıkla bulur. Ancak sıradan bir insansa yatarak geçinemeyeceği için, mecburen çalışması gerekir ve onun için kötü bir sonuçtur. Eeee herkes çalışmayı sevmez, herkes yatmayı sevmez, herkes yardım etmeyi sevmez, herkes bilmem neyi sevmez. Yani insanlar birbirine uymadığı için belirli bir yönetim biçimi de insanlara uymuyor. Ne kapitalizm ne sosyalizm ne başka bir şey insanların hepsini memnun edemez. 

Kişilik konusuna geri dönersek aslında tam olarak kendimizi bir türlü bulamayız. Çünkü her şey karışmış durumdadır. İçsel olarak belirsizlikler varken bir de dışsal olanlar ha bire kişiliği yönlendirmeye çalışır. İnsan kişiliğine o kadar takılınmış ki aslında hep gündemde olan bir olay. Toplumu yöneten güçlerden tutunda kişinin kendisine kadar birçok faktör bunun için uğraşır durur. Ne kişilikmiş be hep gündemde valla. Kutsal kitaplar, hukuk sistemi, adetler vs kişiliğimizi yönlendirmek için çalışırlar.

Hep dışa yüklendim, biraz da içe yükleneyim. Dışsal olana tepki olarak çıkan içsel kişilikte başarısızlık yada başarı tutkusu, hırs, öfke, atılganlık vs de kişinin toplumda kendi için yarattığı konuma göre olmaktadır. Örneğin kişi başarılı olmak istemiyorsa, kişi toplumda ön plana çıkmaya çekindiği için yada sıradanlıktan memnun olduğu için kişiliğini de bu şekilde yönlendirebilir.



Kişilik konusu uzun bir konu olduğu için bu konuyu parçalar halinde anlatacağım. Kişilik konusuna bu kadar ağırlık vermemin sebebine gelince soyut olan somutu şekillendiriyor yani dünyamızın şekillenmesinde soyut olanlar ilk adımı atıyor. İnsanlar ne olursa dünya da o oluyor kısacası......

14 Nisan 2013 Pazar

BAŞLANGIÇ


Bloğun ilk yazısında bloğun niçin açıldığını belirtmek istiyorum. Bunca yazı varken buraya neden gerek olsun denilebilir. Buna cevap olarak tamam pek çok yazı var ancak o yazılarında biraz yoruma ihtiyacı var. Önceden yazılmış şeylerin üzerinde fazla durmayıp ayrıntıları incelemeyi okuyucunun keyfine bırakacağım.

Şimdi başlangıç yazısına yakışır herşeyin başlangıcı konusuna kısaca değinmeye çalışayım.Bu konu çok çok uzun bir konu,belki daha sonra konuyu tekrar açarız. Başlangıç noktası olarak kişinin çocukluk yıllarından başlıyorum. Milattan önce yüz binlerce yıl öncesine girmeyelim şimdilik çünkü çıkılmıyor oradan. Neyse çocukluk yılları dediğimiz,kişinin aklının başına geldiği,yetişkinken davranışlarının aşağı yukarı belirlendiği bir dönemdir. Bu dönemde çocuğa ne aşılarsan o beyninde kazınmış bir halde ömür boyu orada duruyor. Ağacı yaşken eğiltmek isteyen büyüklerimiz, elitlerimiz vs'ler çocuklara yükleme yapmaya uğraşıyorlar. Yükleme yapılması güzel ama neyle yükleneceği de en önemli sorunsal. Öyle bir hale geliyor ki yüklemeler sonucunda çocuğun beyni çer çöple doluyor. Çocuğun beyni neyle doldurulsun peki diye soracak olursanız ilim, bilim,dil vs gibi şeyler olsun ama bunlar sadece bilgisel şeyler. Bir de bilginin yorumlanması için verilecek başka şeyler de var. Kültür, gelenek-görenek,cinsiyet,aidiyet vs gibi devamını da anladınız zaten.

Dolduruluyoruz, şişiriliyoruz ve bunların sonucunda ise bir taraf belirlemek zorunda bırakılıyoruz. Öyleyse özgür irademiz gerçekten var mı sizce? Başkaları tarafından doldurulmuş kafa zaten, başkaları seni budamış yontmuş, seçim yapma hakkımızın olduğu söylenir hep kendi aramızda. Ben diyorum ki öle bir şey yok. Özgür irade dediğimiz şey sadece palavra. Doldurulduğun şey değiştiğinde, yaşadığın ortam değiştiğinde öle kararların bilmem nelerin değişip duracak. Sadece insanlarada suç atmayalım. Evrene de yüklenelim biraz, hava bulutlu, soğuk,sıcak,gezegenin konumu değişti cart curt olaylarıyla da kararlarımız değişiyor.

Sonuç olarak özgür irade dediğimiz şeyin esir irade olarak adını koymak istiyorum. Hepimiz bişeylerin esiriyiz. Dikkat edin doldurulma olmasın demiyorum, doldurulma olmazsa işlem yapamayız, sadece saçmalıklarla doldurulmayalım diyorum. Dünyada en çok ingilizce eğitimi veren ve aynı zamanda ingilizce öğretimininde en az olduğu ülke Türkiye. Hekes biliyordur ne kadar boş geçtiğini ingilizce eğitiminin. Eee tabi bu da bir politika sonuçta sevgili elitlerimizin kurmuş olduğu sistemde az öğretilmiş dikkat edin çok eğitilmiş vatandaşlar yaratılıyor. Onlar öğrenmek için kıymetli çocukluk yıllarımızı nasıl boş geçirtip gereksiz şeylerle doldurulacağını bulmuşlar uygulamasınıda vatandaşlar kendi kendine yapıyorlar zaten.


Yakın gelecekte daha kolay doldurulacağız, robotik insanların yaratımı çok hızlı gerçekleşecek ooo zombi çağına yaklaştık......pek çok güzel gelişme bizleri bekliyor, sevininn.......